26 Şubat 2009 Perşembe

Reddedilenler

“Selamın aleykum, dızzt bızzt” diyerek kahveye girdim. Kimseden cevap gelmedi. Normaldi, çünkü kafamda kask vardı. Kendime müslüman uzaylı havası vererek, kahvedeki hayvanlara şakamsı bi şey yapmak istemiştim. Tanımamışlardı. Örsel abi suratıma bakıyordu aval aval. Kameradan izler gibi izliyordum kaskın içinden. Arkadan biri “kimsin lan sen lavuk” dedi; galiba oltacı Nazım’dı. “Dızzt dızzt ponkaaa!” diye cevap verdim. “Ponkaaaa” derken, aynı anda da, atalarımızdan kalma “nasıl oturttum” gibi bir hareket de yaptım, anlamsızca. Sinirler bozulmak üzereydi. Kaskı çıkarmaya karar verdim. Tam çıkarıyordum ki, arkadan enseme bir tekme yedim. Ve diz üstü çöktüm. Şuurumu kaybetmek üzereyken “diz üstü bilgisayar var mı” diyerek bir espri daha patlattım. Ve yere yığıldım. Kendime geldiğimde bir okey masasının üzerindeydim. Taşlar kıçıma batıyordu. “Bu hareketler senin neyine be” dedi çaycı Bezmen; üzülmüştü halime. “Bu kahvenin dokusu bana uygun değil be Bezmen” diye cevap verdim. Doğruldum. Ilgıt ılgıt terliyordum. “Kim attı lan o tekmeyi” diye bagırdım bi anda. “Kapa konuyu Aytimur” dedi Örsel abi. “Niye abi” diyecek oldum, okey taşını ters çevirip hızla tahtaya yapıştırdı. Galiba siyah 7’liydi. Ve Bezmen’e dönüp, “bi oralet” dedi. Örsel’e saygım vardı. Ama g.tlek durumuna düşmüştüm bir kere, hesabını sormalıydım. “Sen karışma Örsel abi” dedim. “Kim ulan!” diye bağırdım bi kez daha. “Uzatıyorsun” dedi Detlef. Detlef, belediye işçisiyken, tatile turkiye’ye gelmiş, sonra da yenibosna’ya yerleşmiş bi Alman’dı. “keine brain” dedim salağa. O sırada arkalardan “bendim ulan, nolucak” diye bir ses geldi. Baktım, sesin sahibi nohut-pilavcı Burçak’tı. Elinde de bornoz vardı. “O ne lan” dedim. “Ölünü yıkadıktan sonra sarıcam seni bunla” dedi. Burçak, beygirin ayıyla çiftleştirilmesinden türemiş bi yapıya sahipti. “Arkadaşlar bi şey demicek misiniz bu manyağa” dedim. Millet olumsuz bi şekilde kafa salladı. “Ne diyelim” mırıltıları da geliyordu aradan. “Yatıracak faturam var, çıkmam lazım” mırıltısı da geldi bi yerlerden. “hepinizin a. k.” dedim, içimden. Kaçmak en iyisiydi ama Burçak çıkış kapısının önündeydi. Bedenime uçak şeklini verip, cama doğru fırlattım kendimi. Kahvenin çift cam yaptırdığını bilmiyordum. Böbreğim bu çift camın arasında sallanıyordu bir süre sonra. İnliyordum. Burçak ağır adımlarla yanıma geldi, bi süre aval aval baktı ve yüzüme tükürüp gitti. En son Bezmen’in ambulans çağırdığını hatırlıyorum.

Anlattıklarımı Anımsa

Yeni microsoft word belgesi diyince heyecanlanmıştım, ama bu heyecanımı Çağ giderdi. Nasıl mı? yaptığı gün yüzü görmemiş esprilerle, ha ha. Çağ rezil bi salaktı. Aptaldı. 100 milyon borç verdim salağa. 'Ne bu' dedi. 'Devam et' dedim. Gitti. 2 yarım köfte, 2 de yarım sosis alıp geldi, kısa sayılacak bir süre sonra. 'Nerden buldun lan yarım sosis yapan yeri' diyince, kahkaha attı. Sırf salaklığından. 'Sosisleri çıkar, ekmeği ver' dedim. Yarım kilo yoğurt vardı, lapa yapacaktım. Çağ, 'konyak getiriyim mi' dedi. 71 hafta önce grossmarket soymuş, ama ne kadar işe yaramaz şey varsa almıştı. 'ver, bir de galvaniz makinası ver' dedim. Galvaniz makinası çalmıştı herif. Satamıyorduk. 'iteleyelim' dedi Çağ. Hani bir anda ruhani bir durum oluşur da, herkes huzura erer. Mutluluk yayılır. Tos pembe bulut eksiktir sadece. Tam tersiydi durum. Galvaniz makinasına bakıyordum. 'Üçe versek' dedim. 'Abi ben Rıhtım Berbere gidicem' dedi Çağ. Ortam berbattı. 'yanları mı aldırıcan, yanlar uzun çünkü' dedim. "Bilmiyorum" dedi. Kafa salladım. Dedim, ortam berbattı.. Benim karıyı aradım. 'yemek yapmadım, lahmacun söyleyelim' dedi, direk. Telefon kesilmiş gibi yapıp suratına kapadım. Alkol alıyorum şu anda. Eve gitmem aslında da, oğlum Ortahor'u özlüyorum. Gidicem o yüzden.